13. İstanbul Bianeli ‘Anne ben barbar mıyım?’ kavramsal çerçevesini ‘mutlak öteki’ ve ‘kamusal alan’ kavramları üzerinden gerçekleştireceğini açıkladı. Kavramın illistrasyonu olarak sanattan öte farklı bir bianel izleyeceğimizi pek düşünmesek de, bienal küratörü Fulya Erdemci’nin söylemleri sanat dünyası içerisinde tartışılan ve eleştirilen bir noktada duruyor. Öyle ki, bienal karşıtı protestolar, yazınlar şimdiden başlamış durumda.

13-istanbul-bienali,sVvyLMYqQkO0Q-kejWCVRA

David Moreno – Sessizlik, 13. İstanbul Bienali ”Anne ben barbar mıyım?”

Eleştirinin kendisine ulaşmadan önce kavramların doğru anlaşılması ve konunun siyasal mı yoksa sanatsal mı eksende tartışılacağına karar vermek gerekiyor. Bu sebeple bu çalışma, öteki, ötekileştirme, soylulaştırma, kentsel dönüşüm, estetikleştirme, kamusal alan gibi iç içe geçen bir çok kavramın ilişkilerine dair fikir verebilecek bilgilendirici bir metin olma özelliğindedir.

Ötekiler nedir ve bu arada öteki midirler?*

“Günün birinde kocaman bir karga yakaladı, kanatlarını kırmızıya, boynunu maviye, kuyruğunu da yeşile boyadı. Bir karga sürüsünün kulübemizin üzerinden geçtiğini görünce koyverdi kurbanını. Aralarına karışır karışmaz amansız bir savaş başladı. Siyah, kırmızı, mavi ve yeşil tüyler uçuştu havada. Kargalar yükselmeye başlamıştı birden, kurbanımızın döne döne tarlalara düştüğünü gördük. Kuş yaşıyordu hala. Gagasını açıp kapıyor, kanatlarını oynatmaya çalışıyordu boşu boşuna. Kardeşleri gözlerini oymuşlardı.”

Edebiyatın geniş metaforlar düzleminden yararlanarak Jerzy Kosinski, Boyalı Kuş romanında, bugün gittikçe kendi anlamını yitirmeye yüz tutan, ama bir taraftan da kimsenin ağzından düşmeyen bir kavram haline gelen ‘ötekileştirme’yi böyle tanımlıyor. Etkin olarak bir biz ve dışarıda kalan, biz’den olmayan ama bir şekilde yine biz tarafından icat edilen edilgin bir öteki. Elbette tarihin ‘öteki’ üzerine geliştirdiği söylemler ve eylemler(Musolini dönemi İtalyan faşizmi, Hitler dönemi Alman nasyonel sosyalizmi, Amerika Siyah-Beyaz ırkçılığı ve son olarak Uganda’nın LGBT bireyler için çıkarmak istediği ölüm yasası) yanında Konsinski’nin metaforu naïf kalsa da, tüm şiddeti ve ‘insanlık dışı’ olarak tanımlanacak olaylar silsilesini düşündüğümüzde insanlığa ve tarihine ihya ettiğimiz sanat, bilim, teknoloji gibi tüm birikim ve değerlerin içi boşalmış gibi görünüyor. Öyle ki, Adorno Nazi toplama kamplarını gördükten sonra insanın bu akıl almaz durumuna karşı ‘Artık şiir yazılamaz’ diyordu. Öyleyse öteki, genel doğa yasaları dışında hareket eden bir tutum olarak yalnızca edilgin haliyle değil, aynı zamanda bu yasaların dışında kalan etkin, etiğe aykırı haliyle de varolabiliyor.

Birçok Avrupa dilinin kökenini oluşturan Latincede “Öteki” için alius (alia ve aliud) kelimesi kullanılmaktadır. Kelimenin en dikkat çekici yönü, İngilizcedeki alien (“yabancı”) kelimesinin kökeni olmasıdır. Bir diğer Latince “Öteki” kelimesi ise ceterus’tur ve “kalan (öteki)” anlamına gelmektedir. Romalı olmayanları belirten bir başka “Öteki” kelimesi de, bugün dahi bu ötekilik mirasını sürdüren barbaria’dır. Yunancadaki allos (άλλος) kelimesi ise Latincedeki alius kelimesiyle aynı anlamdadır. Allos ve alius kelimelerinin ortak özelliği zıtlarının idem (Lat.) ve idios (Yun. ίδιος) yani “aynı” kelimesi olmasıdır. Dolayısıyla Avrupa’yı derinden etkileyen bu kültürler açısından “Öteki”, aynı zamanda keskin bir farklılığı ifade etmektedir. Türkçedeki “Öteki” kelimesi ise Latince ceterus’a (İng. the rest) yani “geri kalan”a daha yakındır.(1)

Psikanalitik düzlemde ise Lacan, öteki’yi üç temel başlıkta tartışıyordu: İlki, bir ayna evresinin sonucu olarak, simgesel öteki: Bir çocuğun kendini aynada ilk gördüğü andan itibaren ben’i inşa etmeye başlaması ve biyolojik kimliğinden kopuşu olarak özetliyoruz. İkincisi, öznel olmayan kurallar bütünüyle sosyal varoluşumuzun esası olan yasalar: Leibniz etiğinde bu düzlemin Tanrı gibi mutlak olduğunu kavrıyoruz. Sonuncusu ise, herkes için tehlike potansiyeli taşıyan, biz’im dışımızdaki, ‘diğeri, beriki’ olan öteki.

Özetle “Öteki”, bir ya da daha fazla kişi, kültür ya da toplum tarafından, geçmiş veya güncel ilişkiler referans alınarak, dikey (sınıfsal) ya da yatay (etnik vb.) olarak farklılaştırılmış ve ayrıştırılmış olan, kişi, grup, sınıf, halk vb. şeklinde tanımlanabilir. Az önce de görüldüğü gibi “Öteki” kavramının farklı dillerdeki etimolojisi, içerik olarak dahi, toplumsal farklılıkları yansıtabilmektedir. Ancak etimolojik irdelemede de görüldüğü gibi, “Ötekinin/Ötekilerin” belirlenmesindeki esas unsur, durumun eylemsel yani toplumsal boyutundadır; bu da ötekileştirmedir.(2)

Sıklıkla politik-siyasal eylemler olarak kurgulanan ötekileştirme politikaları, biyolojik determinizmden, etnisite, cinsiyet, dil, imge, soylulaştırma gibi bir çok alana kadar sıçrıyor ve bu kavramlar üzerinden illistüre edilerek tartışılıyor. H. Spencer Darwin teorisindeki doğanın güçsüz olanı elemesi olarak bilinen ‘doğal seleksiyon’ kavramını sosyolojik boyutu içerisinde çözümleyerek, toplumların da aynı şekilde güçsüz olanları ezmesinin toplumsal değil, bilimsel bir gerçek olduğunu vurguluyor. Buna ek olarak, Berlin Frei Üniversitesi rektörü Türk çocukların gerizekalı olduğu yönünde açıklamaları ile önyargısını dile getiriyor. Filmlere konu olan ve Amerika’da yıllardır tartışılan siyah-beyaz ırkçılığı, biyoloji ve antropoloji gibi bilimleri alet ederek fason bilimsel gerçekliklerle süsleniyor. Stephen J. Gould’a göre; “Bu uzatmalı ve şiddetli tartışma, biyolojik belirlenimciliğin toplumsal ve politik iletisinin bir işlevi olarak ortaya çıkmıştır. Önceki denemelerde göstermeye çalıştığım gibi, biyolojik belirlenimcilik her zaman, var olan toplumsal düzenlemeleri biyolojik olarak kaçınılmaz göstererek savunmak için kullanılmıştır: yoksulluğun hep var olacağı söyleminden, on dokuzuncu yüzyıl emperyalizmine ve modern cinsiyet ayrımcılığına kadar. Olgusal destekten bu denli yoksun olan bu fikirlerin yüzyıllar boyu yerleşik iletişim araçlarından destek görmüş olması başka nasıl açıklanabilir? Bu kullanım büyük ölçüde, çeşitli nedenlerle ve çoğunlukla da iyi niyetle belirlenimci kuramlar öneren bilim adamlarının kişisel denetiminin dışındadır. ”

Hepimiz siyahiler hakkındaki meşhur safsatalara, LGBT bireylere uygulanan ayrımcılığa, kadına karşı şiddet olgusuna, etnisiteye, kentsel dönüşüm oyunlarına ya da dinsel, dilsel  tüm farklılaştırmalara şahit oluyor ya da bizzat deneyimliyoruz. Sonuç olarak öteki, biz’in kurgusundan ibaret olduğundan, öteki’ye dair tüm araştırma ve tespitler de bu kurgunun ürünleri olarak varoluyor. Öyleyse, ‘öteki’yi benimsemek’, ya da ‘öteki’ye kabullenmek’ gibi yaygın kanılar yerine, öncelikle hepimiz birbirimizin bir ‘öteki’si olduğu gerçeğine odaklanmak ve bu uzlaşımsızlıklara ilerici pozitif anlamlar yüklemek gerekiyor. Bu elbette hem sınıfsal, toplumsal ve siyasi bir çok alanla da ilişkili hale geliyor.

Faşist damgası yemeden bazı soruları sormanın pek mümkün olmadığı bu hassas ‘öteki’ tartışmasında Alain Badiou’nun siyasal düzlemdeki söylemleri dikkate değer nitelikte: ‘ İnsanların ‘Biz siyah olarak, kadın olarak eziliyoruz’ dediklerini duyduğum zaman tek bir sorunum oluyor: ‘Siyah’ ya da ‘Kadın’ derken ne kastediliyor? Eğer ezilmeye karşı, devlete karşı şu ya da bu tikel kimlik devreye sokuluyorsa, benim tek sorum savunulan kimliğin siyasi anlamının ne olduğuyla ilgilidir. Bu kimlik, kendi içinde, ilerici bir tarzda-yani bizatihi ezenlerin icat ettiği bir mülk olarak değil de başka bir türlü- iş görebiliyor mu?’(3) Buradan da çıkarsayacağımız gibi, tikel taleplerin (üstelik bir persona ya da biz’in yarattığı öteki olarak oluşan taleplerin) herkes tarafından kavranılabilecek bir anlamının olması gerektiğidir. Badiou’ya göre ‘-ortaya koyduğu kategoriler, sloganlar, önermelerle- bir toplumsal hizip ya da topluluğun mevcut düzene entegre olma talebinden ibaret olan şey değil, bu düzeni bir bütün olarak dönüştürmeyi peyleyen şey ‘siyasi’’dir.(4)

Kısaca, ‘öteki’,ister biyolojik ister siyasi olsun ‘biz ve onlar’ın toplumsal etkisinden, yani ‘ötekileştirmedeki etkilerinin çözümlenmesi yolundan geçmek zorundadır.

Sanatçılar, Ötekileştirme ve Kamusal Alan

Buraya kadar ‘öteki’nin ve ötekileşirmenin tanımsal yollarla yatay yani etnik, biylojik, vb. alanlardaki anlamını kavramaya çalıştık. Daha genel bir bakış açısı ile olayın dikey yani sınıfsal boyutundaki etkileri bir bütün olarak hareket ettiğinden daha tehlikeli ve kurnazca işlenmekte. Ötekileştirmenin toplumsal karşılığını bulan en kapsamlı eylemsel dönüşüm alanı ise, yine siyasi taleplerle beslenen güncel tartışma konularından hatta sanatsal bir kavrammışçasına yansıtılan kentsel dönüşümdür. Biz burada soylulaştırmanın tarihçesi ve sosyal etkilerinden öte, sanatın mekanla olan ilişkisi üzerinden tartışılan kavramın dinamik yapısıyla ve sanatçıyla olan ilişkisiyle ilgileniyoruz. Belki de bu anlamda yapılmış en gelişmiş ve açıklayıcı çalışmalardan biri olan David Ley’in ‘Sanatçılar ve Estetikleştirmenin Soylulaştırmadaki Yeri’ adlı makalesi oldukça kuvvetli açıklamalar sunmakta. Sanatçıyı ‘yeni orta sınıf’ olarak tanımlayarak, soylulaştırıcı kurumların bu yeni orta sınıfın kültürel ve estetik değerlerine odaklanarak bir talep yönü modeline çevirdiğinden bahsediyor. Çünkü bazı yoksul mahalleler satın alınabilirlik değeri olan sıradan şehir dışı konumları ile sanatçılar tarafından iskan alanı olarak gösteriliyor. Ley’ göre ‘kent sanatçısı genellikle şehir içi soylulaştırıcılar için sevkedilen bir güçtür’. Bu durum kısmen, dağılmış tarihi mahallelerin sanatçılar için yeni iskan olarak belirlenmesi ve siyasal faktörlerle birlike kent yapısının estetik bir güzellemesini sağlamaktır. Ley, Bourdieu’nün kültürel ve ekonomi merkezlerinin rahatsız edici ilişkilerini tartıştığı, estetik yapılanmanın gücünden sıradan değerlere ve piyasa güçleri tarafından kültür merkezinin kullanımı da kapsayarak, kültürel üretim alanlarının kavramlaştırılmasından geniş ölçekte faydalandığı makalesinin başında sanatçının dönüştürücü rolünü vurgulamak amacıyla kent atıkları, bulunmuş, atılmış, kullanılmayan nesnelerle asemblaj üzerine çalışan Carole Itter adlı bir sanatçıdan bahsediyor. David Ley’e göre; Itter’in teması hem kent hem de bölgedir. Yazdığı gibi, ‘Mekanın sanat üzerinde çoğu kez büyük bir etkisi vardır’. Çöplerin estetik olarak yeniden düzenlenişiyle ilgili çalışması aynı zamanda sanatçıyı Walter Benjamin’in modern şehir yaşamıyla tanımladığı ‘şair ve toplayıcı(rag picker)’ prototip karakterlerine yerleştirir. Benjamin için toplayıcı, modern şehrin istenmeyen artıklarını toplayarak onları daha kullanışlı bir form içinde yeniden şekillendiren güçlü bir şehir figürüdür. Meselenin yeniden yapılanması aynı zamanda, dönüşüm hareketininin çöpü değerli bir ürüne dönüştürmesi, anlamın da yeniden yapılanmasını kapsar. Itter’in eleştirilerinden birinde olduğu gibi, biz bir ‘sanat simyası…bir büyü yanılsaması’ ile karşı karşıyayızdır. Yaratım eylemi, dilin yenilenmesi, etkisini yitirmiş olandan kurtulma pratiği metafiziksel bir değere sahiptir. Daha genel olarak, girişimcilerin ve sanatçıların yönelimleri karşıt düşüncede görünür. Sanatçının anti-burjuva, anti-konformist karşıtlığı zorunlu olarak bir kitle toplumu hizmetçisine oturtulur. Üretimin sanatsal biçimi sanat dünyası içerisinde farklı bir çok tarafın sosyal ilişkilerini kapsar. Ama Bourdieu her zaman var olan ‘sanat için sanat’ sloganını örnek göstererek sanatsal bir otonom alanını kabul eder ve tüm koşullardaki detaylara dikkat çekerek daha formel bir analiz sunar. Sanatın ve uygulamalı sanatların(ev dekorasyonu dahil)gittikçe yükselen karmaşık dünyasında yorumlamanın acil rolüne müdahele edecek kültürel arabuluculara artan bir ihtiyaç vardır. Sanatsal ifadenin eleştirel ruhu, yüksek tabaka muhalif siyasetin kurumsal istismarının parçası haline gelmiştir. (5)

*jean genet, les negres(zenciler)siyahlar nedir ve bu arada ne renktirler? Badiou:106

Kaynakça
(1)  Z. Nilüfer Nahya, İmgeler ve Ötekileştirme: Cadılar, Yerliler, Avrupalılar, Atılım Sosyal Bilimler Dergisi 2011, cilt1, sayı1, syf.29
(2)  A.g.e. syf 30.
(3)  Alain Badiou, Etik-Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme, Metis Yayınları, 2006, syf. 106
(4)  A.g.e., syf.108
(5)  David Ley, Sanatçılar ve Estetikleştirmenin ve Soylulaştırmadaki Yeri, Urban Studies, Vol 40, No 12, 2527-2544, Kasım 2003
Yararlanılan Diğer Kaynaklar
Zygmunt Bauman, Sosyolojik Düşünmek, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2010, Bölüm: ‘Biz ve Onlar’syf 47.
Stuart Cameron, Jon Coaffee, Sanat, Soylulaştırma ve Kentsel Dönüşüm—Sanatçının Kamusal Sanattaki Öncü Rolü, ISSN 1461-6718 Print/1473-3629 DOI: 10.1080/14616710500055687
http://www.mafm.boun.edu.tr/files/110_Panel1.pdf
Bu makale RH+ Magazine 97. sayısında yayımlanmıştır.